Write a Review

CHAINS / türkçe

Summary

[yoonmin] Min Yoongi henüz 14 yaşında öz babası tarafından köle olarak satılmıştı. Peki bu cehennemden kurtulabilecek miydi? Gözleri çaresizliğin esiri olmuş bu çocuk, gülümsemeyi öğrenebilecek miydi? !Kitap şiddet, taciz, küfür vb. içerikler barındırmaktadır. Rahatsız olacakların okumaması tavsiye edilir! 26.06.2020

Genre:
Drama / Romance
Author:
Arina⁷🐱
Status:
Ongoing
Chapters:
14
Rating:
n/a
Age Rating:
18+

1 | bu fiyata böylesini bulamazsın

Öncelikle merhaba, hikayemi okuyan kişi. Yani kimse okur mu bilmiyorum ama okuyorsan ve buradaysan merhaba! Fikirlerin benim için çok önemli ve beğendiysen ya da beğenmediysen birkaç saniyeni ayırıp yorum yapabilirsen çok sevineceğim. Ha bu arada, hikaye eski zamanlarda geçiyor çünkü o zamanların kıyafetlerini ve dekorlarını çok beğeniyorum. Okurken sen de gözünde öyle canlandırırsın. Umarım beğenirsin, keyifli okumalar ❀

_

Cesur görünmeye çalışarak karşımdaki adamın gözlerinin içine baktım. Gülmeye başladığında çabalarımın boşa çıktığını anlamıştım. Boynumdaki zincirden tutup kendine doğru çekmeye başladı. Karşı koymadım. Çünkü biliyordum ki ne kadar çabuk istediğini yapmasına izin verirsem o kadar erken biterdi bu işkence. Sandalyesini masadan uzaklaştırarak kucağında bana yer açtığında gözlerimi yumdum. Arkamı döndüm ve yavaşça oturdum. Sert ve nasırlı eli kasıklarımdan yukarı, boynuma kadar vücudumu okşarken, diğer elinde tuttuğu zinciri aşağı çekerek kafamı geriye yatırmamı sağladı. Boynum kalın ve ağır zincirin izin verdiği kadarıyla, pis dudakları için açıktı şimdi. Tırnaklarımı dizlerime geçirdim ve olabildiğince hissizleşmeye, başka şeyler düşünmeye çalıştım. Fakat çabam beyhudeydi. Bunu altımda hissettiğim mide bulandırıcı sertlik anlatmaya yetiyordu.

"Kıpırda,” dedi hırıltılı ve derinden gelen sesiyle.

Alt dudağım titrerken gözlerimi yumdum. Dediğini yaptığımda duyduğum inleme gözyaşlarımı çeneme gönderdi. Saçlarımdan tutup ani bir hareketle masaya yatırdığında içimden gelen acı dolu inlemeyi bastırdım. Çünkü bu hoşuna gidiyordu ve bana daha da sert davranmasına sebep oluyordu. Birazdan olacakları beklerken içimden tanrıya ölmek için yalvarıyordum.

***

Son elmayı da sepetime atıp elimdeki parayı satıcı teyzeye uzattım. Gülümseyerek teşekkür ettiğinde gülümsemesine karşılık vererek eğildim ve eve gitmek üzere çarşının çıkışına yöneldim. Hava çoktan kararmış, çarşıdaki satıcıların büyük çoğunluğu gitmişti. Ben ise ıslık çalarak yürüyordum. Çoğunlukla olduğu gibi etrafımda olan bitenden habersiz, aklım bir karış havadaydı. Bu yüzden arkamdan koşarak gelen çocukları fark etmem ancak onlar bana çarpıp elimdeki bir sepet elmanın dağılmasına sebep olduktan sonra olmuştu. Sinirle çocuklara bakarken bağırmak için ağzımı açtım fakat tek yaptığım derin bir nefes verip elmaları toplamaya başlamak oldu. Zaten çocuklar çoktan gözden kaybolmuştu.

Sinirle iç geçirdim, elmalar resmen her yere dağılmıştı. Bana yardım eden genç bir çocuğa mahcupça gülümsedim. Benim bir hatam yoktu ama gel gör ki yine de ben utanıyordum. Yanaklarımdaki kanı yüzümden kovmaya çalışırken çocuğa teşekkür edip ileride kalan son elmama doğru yürüdüm. Büyük bir kafesin önünde duruyordu. Kaşlarımı çattım ve adımlarımı hızlandırdım. Saat geç olmadan bir an önce eve gitmek istiyordum.

Bir el kafesinden içinden yavaşça uzanıp elmayı aldığında neler olduğunu anlamıştım. O bir köleydi. Bir iki adım geriledim. Gözlerim elin sahibini ararken birden duyduğum sesle yerimde sıçradım.

“Çok güzel, değil mi?” dedi kafesin arkasındaki adam. Elindeki, tahminimce içki dolu bardağı kafasına dikerken bakışlarımı tekrar kafese çevirdim. Siyah saçlar, görünmeyecek kadar küçük gözler, minik bir burun ve ağız ve de oldukça cılız bir bedenden başka bir şey göremiyordum. “Mecbur olmasam satmazdım-” diye tekrar konuşmaya başladığında “İlgilenmiyorum,” dedim kısaca ve yürümeye başladım. “Bu fiyata böylesini bulamazsın!” Arkamdan bağırdığında sinirle elimi saçlarımdan geçirdim.

Kölecilikten ve köle tacirlerinden nefret ediyordum. İnsanlar birbirlerine bunu nasıl yapabiliyordu gerçekten anlamıyordum. Pislik yaratıklar. Kendimi o çocuğun yerine koydum bir an. Ürpererek gözlerimi yumdum ve daha hızlı yürümeye başladım. Köleciliğin yasal olduğu bir ülkede yaşıyordum ve insanlar da bana aynı o adam gibi çok güzel olduğumu söylerdi. Ne zaman akşam dışarı çıksam bu yüzden çok korkardım. Geceleri sokaklar insan avlayan köle tacirleriyle dolardı ve devletin buna karşın hiçbir şey yapmaması daha da sinirimi bozardı. Bir evin önünde sigara içen bir adamla göz göze geldiğimde panikle gözlerimi kaçırdım. Düşünme Jimin, düşünme... diye telkin ettim kendimi ve evim görüş açıma girdiğinde derin bir nefes aldım. Kapıyı tıklattım. Açılmasını beklerken stresle bacağımı sallıyordum.

“Hyung, nerede kaldın?” dedi Jeongguk. Yüzündeki endişe beni görünce daha da arttı. “İyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş.”

Ayakkabılarımı çıkartırken yüzüme inandırıcı olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim. “Yok bir şey, sadece yorgunum.” Saçlarını karıştırdım ve mutfağa ilerledim. Elimdeki sepeti masaya bıraktım ve raftan bir şişe aldım.

“Bana yalan söyleme, bir şey olmuş işte,” dedi arkamdan gelerek. İç geçirdim. Cevap vermek yerine dolaptan bir kadeh alıp üst kattaki odama gitmek üzere merdivenlere yöneldim. Jeongguk da bu konularda en az benim kadar hassastı. Bu yüzden ona bu konudan bahsetmek istememiştim.

Rahatlamama yardımcı olmasını umarak kadehimi doldurdum ve vakit kaybetmeden şarabımdan birkaç yudum aldım. Sandalyeme oturdum ve önümdeki kağıtlara bakarak iç geçirdim. Yapılacak bir sürü işim ve buna karşılık çok az enerjim ve de çok yüksek bir stres seviyem vardı. Önümdeki sınav kağıtlarına bakarak omuz silktim. Eh, öğrenciler notlarını öğrenmek için biraz daha bekleyebilirdi. Masadan kalkmadan önce kadehimi bir dikişte bitirdim ve kıyafet dolabıma doğru yürüdüm. Üzerimdeki gömlek ve pantolondan kurtulup tekrar giyinmek yerine banyo yapmaya karar verdim. Banyoya ilerledim ve su ısıttığımız sobayı yakmak için odun atmaya başladım. Suyun ısınması biraz zaman alacaktı. Bu yüzden şarabımı alıp boş küvete uzandım.

Isınan banyoyla vücudum gevşerken gözlerim kapanmaya başlamıştı. Ancak kapanır kapanmaz geri açmak zorunda kalmıştım. Kafesteki çocuk gelmişti aklıma. Böyle, bir mal gibi satılan insanları çok sık görmeme rağmen asla alışamıyordum. Zaten insan böyle bir şeye nasıl alışabilirdi ki? Keşke elimden gelseydi de bu çılgınlığı durdurabilseydim fakat elimden hiçbir şey gelmiyordu. Düşüncelerimi dağıtmak istercesine başımı iki yana salladım ve içmeye devam ettim.

Su nihayet ısındığında kalktım ve kaynayan suyu küvete boşalttım. Üzerine de soğuk suyu ekleyip sıcaklığı istediğim gibi ayarladıktan sonra iç çamaşırımdan kurtulup bedenimi suya teslim ettim.

***

Oturduğum sandalyede ayaklarımı sallamaya devam ederken, karnım etraftaki yemek kokularıyla sanki mümkünmüş gibi daha da yüksek sesle gurulduyordu.

“Sen beni dinliyor musun?” Bakışlarımı mutfaktan çekip tehditkar bir tonda konuşan arkadaşıma döndüm. En nefret ettiği şey bir şey anlatırken anlattığı kişinin ona kulak asmamasıydı.

“Özür dilerim ama odaklanamıyorum. O kadar açım ki.” İş çıkışı çalıştığımız okuldan çıkıp yemek yemeğe gelmiştik. Tüm gün hiçbir şey yememiştim ve beynim düzgün çalışma yetisini kaybetmişti. Lanet yemekler otuz dakikadır gelmiyordu.

Dilini damağında şıklatarak başını iki yana salladı. Tam ağzını bana söylenmek için açmıştı ki Namjoon’un onu dürtüklemesiyle sustu. “Çocuğu rahat bırak Jin.”

Neyse ki yemeklerimiz gelmişti ve Seokjin bir süre ağzındaki yemeklerden ötürü konuşamayacaktı.

Yemekten sonra birlikte bir şeyler yapmayı teklif etseler de reddetmek zorunda kalmıştım. “Üzgünüm ama sınav kağıtlarını okumayı hala bitirmedim. Eve dönüp onlarla uğraşmalıyım.”

“Tembel herifin tekisin,” dedi Seokjin vedalaşmak için sarılırken.

Namjoon da bana sarılırken alayla konuştu. “Dedi henüz okumaya bile başlamamış adam.”

Gülerek o ikisini arkamda bıraktım ve eve yürümeye başladım. Sürekli böyle birbirlerini yeseler de gördüğüm en uyumlu çiftlerdi. Dürüst olmak gerekirse o ikisini kıskanıyordum. Üniversiteden beri arkadaştık ve bu süre zarfında gözlemlemiştim ki bu ikisi bir puzzle parçası gibi birbirlerini tamamlıyorlardı.

Eve gitmek için dünkü çarşının içinden geçmek zorundaydım. Bu istemsizce yüzümün asılmasına sebep oldu. Çünkü bu demekti ki dünkü adam yine orada olabilirdi. Kalbim ritim değiştirirken ne kadar bakmayacağıma dair kendimi uyarsam da gözlerim direkt kafesle buluşmuştu. Oradaydı fakat bu kez uyuyordu. Dizlerini minik bedenine doğru çekmiş, ellerini dizlerinin arasına koymuştu. Dudakları hafifçe aralık, kaşları ise çatıktı. Uyuyordu fakat normalde uyuyan insanların aksine hiç de huzurlu görünmüyordu. Acaba kabus mu görüyordu? Ya da yattığı zeminin rahatsızlığından mı böyleydi. Yoksa küçük bedeni yaşadığı şeylerin acısını uyurken de kabuslarda mı yaşatıyordu ona. Bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum.

Kafesin arkasındaki adamla göz göze geldik. Pislik gülümsemesini bana yollarken tiksintiyle yüzümü çevirdim ve adımlarımı hızlandırdım. Sanırım bir süre dönüş yolumu değiştirecektim.

Fakat değiştirmedim. Aradan günler geçti ve çocuk hala oradaydı. Çoğunlukla uyuyordu. Sanki tek uyuyabildiği zaman o kafese girdiği zamanmış gibi. Geri kalan zamanlarda ne oluyor, onu sadece tanrı bilirdi.

***

Dersin bittiğini haber veren zil çaldığında gözlerimi yorgunlukla yumarak gözlüklerimi çıkardım. “Haftaya ödevlerinizin son teslim tarihi, unutmayın!” diye bağırdım sabırsızlıkla sınıftan kaçan çocuklara. Birkaçı beni anladığını belirten şeyler söylerken, iyi günler dileyenlere gülümseyerek iyi günler diliyordum. Ne kadar yorgun olsam da çocukları seviyordum ve öğrencilerim beni her zaman güldürebilirdi. Asıl önem verdiğim de buydu zaten. Öğrencilerimin benden korkmasını değil beni sevmesini amaçlamıştım. Başta meslektaşlarım benimle çok dalga geçmişlerdi. Böyle yaparsam sınıfı elimde tutamaz, kimsenin beni dinlemesini sağlayamazmışım. Yine de umursamamış ve öğrencilerimle arama kocaman bir otorite duvarı çekmeden de onlarla sağlıkı bir öğretmen-öğrenci ilişkisi kurmayı başarmıştım.

Sınıf boşaldıktan sonra çantamı alıp ben de okuldan çıktım. Aç olmama rağmen canım bir şeyler yemek istemiyordu. Bu yüzden direkt evin yolunu tuttum.

Çarşının çıkışına yaklaştığımda günlerdir alıştığımın aksine gördüğüm manzara kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu. Çocuk bu kez uyumuyordu fakat farklılık bu değildi. Kafesin yanında satıcıyla pazarlık yapan adamdı. Ayaklarım birkaç metre geride benden izinsiz durdu ve olacakları izlemeye başladı. Çocuk, sanki bir heykel misali hiçbir canlılık belirtisi göstermeden adamları izliyordu.

Dişlerimi sıktım. Neden hiçbir şey yapmıyordu? Neden kaçmaya çalışmıyor, isyan etmiyor, küfretmiyor bağırıp çağırmıyordu? Neden böyle pes etmişti? Gözleri bu kez benimkilerle buluştu. Bu ilk kez oluyordu. Ne kadar göz temasımızı kesmek istesem de yapamadım ve bakışlarına teslim oldum. Yüzü ifadesizdi fakat bakışları çok şey anlatıyordu. Onlar gibi değilsin, diyordu. Neden yardım etmiyorsun? Ya da hiçbir şey söylemiyordu, ben ise onu kurtarmak için ondan bir işaret, kendimde bir bahane arıyordum. Lanet bir film değil, gerçek hayattı bu. İnsanlar gözleriyle konuşmazdı. Ben gözlerinden kendime söylemek istediğim şeyleri görüyordum sadece.

Tekrar ancak bu kez daha hızlı yürümeye başladım. Son kez dönüp cılız çocuğa baktım, başını kendine çektiği dizlerine gömmüş, kollarını ise etrafına dolamıştı. Yeniden durduğumda küfür ederek burun kemerimi sıktım. Az sonra yapacağım şeye kendim bile inanamayarak hala pazarlık yapan adamlara doğru ilerledim.

Hızlıca yanlarına yürüyüp, “Ne kadar?” diye sordum hemen. Bir yandan da çantamdan paraları çıkartmaya uğraşıyordum.

“Yüz bin,” dedi adam. Fiyat çok da umurumda değildi açıkçası. Şuan tek endişem fikrimi değiştirme ihtimalimdi. Ben parayı sayarken adamın kafesi açtığını duydum.

“Hey, o çocuğu ben alacaktım!” diye isyan etti diğer adam.

“Sen o teklif ettiğin parayla çocuğu bırak, çorabının tekini alamazsın,” dedi ben parayı uzatırken. Parayı aldıktan sonra elime zinciri uzattı. Bir an tereddüt etsem de içimi ürperten soğuk zinciri kavradım. “Güle güle kullan!” Tanrıdan sabır dileyerek ve prensiplerimi çiğnemenin verdiği suçlulukla başa çıkmaya çalışarak arkamı döndüm ve yürümeye başladım.

“Hey baksana,” diğer adam. Peşimizden geliyordu. Ona sinirli bakışlarımı yönlendirsem de pek etki etmişe benzemiyordu. “Adamım, bu çocuğu cidden istiyordum. Bu fakirlikle böyle birine sahip olmam imkansız. Bak, sen iyi bir adama benziyorsun, bana bir kereliğine-”

“Defol,” dedim ve tekrar yürümeye başladım. Çünkü cümlenin devamını duyarsam kendime hakim olabileceğimi sanmıyordum.

“Hey, hey sakin ol biraz. Annen sana paylaşmayı öğretmedi mi?” Sağ elinin tersini okşamak üzere çocuğun yanağına uzatırken, çocuk hiçbir şey yapmıyordu. Gerçekten cansız bir varlık gibiydi. Hızlı bir hareketle çocuğu arkama alıp aralarına girdim.

“Siktir git dedim sana.”

“Jimin?” Sağ tarafımdan gelen sese döndüm. Hoseok bir süre gözlerini üzerimizde gezdirdi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yutkundum. Kesinlikle iyi bir azar işitecektim. Arkamdaki çocuğa ve boynundaki zincire baktı. Ardından zinciri takip eden gözleri, zincirin ucunu tutan ellerimle buluştu. Bıkkınlıkla göz devirdi ve bize doğru yürümeye başladı. Az sonra olacaklardan korkarak uzanıp çocuğun küçük bedenini arkamda daha da sakladım.

“İnsanları satın alarak onları kurtaramazsın Jimin.”

“Peki ama neden? Sahipleri olursak onları özgür de bırakabiliriz.”

Şefkatle saçlarımı okşarken gülümsedi. “Onlar için özgür bir hayat yok. Bir kez köle olduğun zaman tekrar özgür olamazsın. Kimliğine işlenir ve bir mesleğin bile olamaz. En iyi ihtimal tekrar bir köle satıcısının eline düşersin. Bu yüzden onları satın alamazsın. Onlar için yapabileceğin en iyi şey iyi bir sahipleri olmasını dilemektir.”

Hoseok geldi ve adamın karşısında durdu. Çok yapılı değildi fakat kesinlikle daha uzundu bu da ona bir avantaj sağlıyordu. “Bas git,” dedi sakin ama tehditkar bir sesle.

Adam, “Sizin orospunuza kalmadım,” dedi ve arkasını dönüp gitti. Fakat henüz rahatlayamamıştım çünkü Hoseok kollarını göğsünde bağlamış bana onaylamayan bakışlar atıyordu.

“Jimin...” dedi ve elleriyle şakaklarını ovaladı.

“Yemin ederim isteyerek olmadı.”

Kaşlarını çattı. “O ne demek şimdi?”

Gerçekten bu da ne demekti şimdi? “Yani demek istediğim,” bir süre ağzımdan anlamsız şeyler çıktı. “Yani, böyle bir planım yoktu aslında ama sonra birden bu çocuğu istediğime karar verdim.”

“Ne?”

Cidden ne? Gözlerim irileşti ve panikle başımı iki yana salladım. “Yani öyle değil de işte...” Bu çocuğa yardım etmek istediğime karar verdim. “Bunu evde sakince konuşamaz mıyız?” Yüzümü olabildiğince sevimli göstermeye çalışarak ekledim, “Lütfen?”

“Peki, peki,” dedi göğsünde bağladığı kollarını gevşetirken. Sevinçle yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Hoseok bana hiç dayanamazdı.

Omzumun üzerinden arkamdaki çocuğu görmek ister gibi bakmaya çalışsa da başarısız olmuştu. Çocuk arkamda resmen kaybolmuştu. Benden çok kısa değildi fakat oldukça cılızdı. Yeni fark ediyordum ki ellerim arkaya doğru beline sarılıydı ve onu iyice kendime yaslamıştım. Teni çok... soğuktu. Utanarak ve biraz da ürpererek ellerimi çözdüm. Önünden çekilip yan tarafına geçtim.

Yüzüne baktım fakat o donuk bakışlarını yere sabitlemişti. Sanki etrafta ne olup bittiği onu hiç ilgilendirmiyormuş gibi. “Hadi eve gidelim,” dedim ve zinciri çekmemeye özen göstererek yürümeye başladım.

Bir insanın boynundaki bir zinciri tutuyor olmak, gerçekten rahatsız ediciydi. Hoseok da aynı şeyi düşünüyor olacak ki, “Tanrı aşkına, en azından şu zinciri çıkaramaz mısın?”

“Anahtarı yok ki,” dedim yeni fark etmenin verdiği şokla. Arkaya dönüp satıcının olduğu yere baktım. Tahmin ettiğim gibi orada değildi. “Anahtar sende mi?” dedim çocuğa dönüp.

Hoseok kahkaha atmaya başladığında, söylediğim şeyin saçmalığının farkına vararak kızardım. Bir köleye boynundaki zincirin anahtarı neden verilsindi ki?

Çocuk bakışlarını yerden çekmeden başını usulca iki yana salladı. “Tamam, tamam anladık,” dedim hala gülen arkadaşıma dönerek. Saçlarımı karıştırıp bir elini omzuma attı ve yürümeye kaldığımız yerden devam ettik.

Continue Reading Next Chapter
Further Recommendations

Mark: Me gusta la capacidad de la autora para crear historias con tan buena trama, hacen que te quedes esperando por un capítulo más, y uno más, hasta que sin darte cuenta lo terminas de leer.Me gustan mucho todas sus historias en general.

Valentina: 𝑀𝑒 𝑎 𝑒𝑛𝑐𝑎𝑛𝑡𝑎𝑑𝑜

Annigrace: Ok the novel is great

Armykookmin: Total mente recomendado,jente no se arrepentirán de semejante obra,ovio que igual tiene que gustarle el éxito😏😎

Crazy_reader: It's a really nice read! !

Abigail: Me gusto mucho 🔥❤️

Abigail: Me gusto mucho las historia todas las relaciones, los sentimientos estuvo muy bonito todo😭😍

honeygirlphx: Loved it can’t stop reading these books! Great writing

honeygirlphx: Absolutely loved this book! Can’t wait to read the next one

More Recommendations

honeygirlphx: I was hoping Tate would have a fated mate! Love this book

honeygirlphx: Can’t get enough of your writing! Thanks for sharing spicy and exciting

Keona: I absolutely love this so far

Natalee Lindo: I love these books. Just going from one book to another.

About Us

Inkitt is the world’s first reader-powered publisher, providing a platform to discover hidden talents and turn them into globally successful authors. Write captivating stories, read enchanting novels, and we’ll publish the books our readers love most on our sister app, GALATEA and other formats.